Takip Ederken Düşmek

Çocukluğumu gülümseyerek hatırlarım. Bayramlarda el öpmeler , en çok harçlığı kim topladı muhabbeti, okul hatıraları, yaz tatillerinde oyun ve yaramazlıklar, muhtelif ağaçtan düşmeler…
 

Ağaçtan düşme deyince ilk aklıma gelen armut ağacından düşüşümdü.  Düşenler bilir armut ağacı çok kırılgan ve ince dalları olan bir ağaçtır. Çocukken ben de bunun farkında idim aslında . Bu sebeple tercihen mahallemizde kiloca biraz fazlası olan 404 Selim ile çıkardım armut ağacına . Önden o çıkardı. Arkasından ben onun bastığı dallara basar ve  garantiye alırdım kendimi. Düştüğüm gün de aynı taktiği uygulamıştım. Son hatırladığım 404 Selim’in bastığı dala bastığım halde ağacın beni taşımayı reddetmesi idi. Basmamla düşmem bir oldu. Kolum çıktı. 

 

İkinci düşüşüm biraz daha kalabalıktı. Mahallemizde bolca meyve ağacı vardı. Tüm bir yaz tatili öğle yemeklerini evde değil dışarıdaki meyve ağaçları üzerinde meyve yiyerek geçirirdik.

 

O gün dışarı çıktığımda arkadaşlarım tek pota basket maçına4’er kişiden çoktan başlamışlardı. Can sıkıntısı ile etrafa bakarken mahallemizin en lezzetli eriklerinin olduğu ağacın uç dallarında hiçbirimizin yaz boyunca koparamadığı kocaman erikler gözüme çarptı. Don Kişot’u okumayı yeni bitirmiştim ve Ağaç bana “ERİKLERİMİ KOPARAMAZSIN” der  gibiydi. Ağaca tırmanmaya başladım. Tırmandım, tırmandım. En lezzetli ,en olgun ,en kocaman erikler avucumun içindeydi. Bu kadar kolay olacağını beklemiyordum. Tek fark sanırım gerçekten istiyor olmam ve inancımdı . Hemen altımda oynanan tek pota basket maçı bitmişti ve herkes kafayı kaldırıp bana ve eriklere baktı. Birer birer yanıma gelmek için ağaca tırmanmaya başladılar.. “Dal kırılacak gelmeyin artık” dememe kalmadı ağaç çatırdamaya başladı ve ikiye ayrıldı. 9 kişi altımızdaki basket sahasına doğru hafif hızlanarak düştük. Hepimiz sefil bir şekilde dört bir yana dağıldık. Gerçekten üzülmüştük ama hiç kimse tahmin edememişti. Çok kısa sürede her şey olup bitmişti…. 

 

TASARIMDA TAKİPÇİLER ( TAKLİTÇİLER )

 

Önceki yazılarımda biraz bahsi geçmişti. Kimler tasarım yapmalı, kimler yapmamalı diye. Kalıpçılara rakip ürünü götürüp azıcık sağını solunu değiştir demekle olmuyor. Çok eskilerde kaldı, kalmalı… Yoksa armut ağacından düşmüş gibi olursunuz. Farkına bile varamazsınız zamanla kaybettiğinizin. Kalıpçılar tasarım yapmak yerine, biz tasarım şirketlerini öneriyor artık çalıştıkları firmalara. Bu durum beni çok mutlu ediyor. Tasarım ayrı bir disiplin, kalıp imalatı ayrı. Devir değişiyor. Rekabet ve farklılaşma tasarımla oluyor.

 

Yapmakla yapıyor gibi gözükmek ayrı şeyler. Kimi zaman da tasarım  bölümüne sahip birçok tasarımcısı da olan firmaları gözlemliyorum. Hatırı sayılır sektörde bilinir firmalar. Ancak bu firmalar da sadece bir kademe daha iyiler. Rakip ürünleri inceleyip patentten kurtaracak kadar değiştirerek tasarım yapıyorlar. Peki yaratıcılık nerede? Liderini takip ediyorlar sadece. Risk olarak görüyorlar yeni tasarımı, ama çocukluğumdaki ben de armut ağacından düşmeden evvel risk yok diye düşünüyordum lideri takip ederken. Öne geçemiyorlar. Sanki rüyalarında bile lider olmak yok gibi. Pazarın ve son kullanıcının isteklerine farklı bir bakış açısı, paradigma değişikliği ile yanıt vermeliyiz oysa. Doğal olarak kronik zafiyet de zamanında bitmeyen tasarım ve kalıp bitimi ile ortaya çıkan tasarım eksiklikleri oluyor. Ondan sonra da gelsin kalıp tadilatları ve can sıkıntıları . Zamanında ürün satışa çıkamıyor tabii, çıksa da istenen kalite yakalanamıyor. Çapaklı parçalar, birbiri ile uyumsuz parçalar, yetersiz ve çöküntülü dış yüzeyler, ruhsuz ve sıkıcı görsel… Neden böyle tasarım yapmayı hala sürdürüyoruz bir bilsem ? Üstelik bu hatayı, takip eden irili ufaklı firmaların çoğu yapıyor.Topluca ağaçtan düşüyorlar. Aynılaşıyorlar.

 

Sektördeki lider firma önde lokomotif gibi sektörü çekiyor, sürekli farklı ve özgün tasarımlar yapıyor, yeri sağlam. Diğer rakiplerin tamamı ise liderini takip et oynuyor. Erik ağacına topluca çıkıp, topluca düşüyorlar. Sonra bir daha çıkıp tekrar düşüyorlar, sektörlerini de köreltiyorlar. Eminim çevrenize baktığınızda, o firmaların ürünlerini göreceksiniz.

 

Evrensel tasarım kriterleri ise belli:

 

1-Rakip ürün inceleme ve Pazar araştırma sonrası SWOT analizi ile yeni özgün ürün tanımını oluşturulması

2-Ürün gamı yönetimi çerçevesinde yeni ürünün gam içinde pozisyonlanması ( fiyat, segment, üretilebilirlik ve mevcut firma ürünleriyle uyum )

3- Parça ve yatırım maliyeti kontrolü ve başa baş noktası teyidi ile yatırım kararı netleşmesi

4-Etkin parça tasarım kontrolü ( prototip,prototip kalıbı, testler) sonrası gerçek kalıp imalatı başlangıcı

5-İstenen tasarım ve maliyet kriterlerini sağlayacak kalıpların imal ettirilmesi ve zamanında bitirilip devreye alacak etkin proje takip yönetimi

Önceki yazımda “Rakamlarla Türkiye’de AR-Ge” başlığıyla detaylarını  vermiştim. O yazıdan bir tabloyu sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum. Çünkü çok önemli buluyorum.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 25 Kasım 2011 tarihinde yayınladığı “2008 - 2010 Yenilikçilik Araştırması” Türkiye’de yürütülen Ar-Ge faaliyetlerinin son durumu ile ilgili önemli bilgiler vermektedir.
 

Yenilik faaliyetleri girişimlerin büyüklük grubu ile orantılı olarak artmaktadır.
 

10–49 çalışanı olan girişimlerin %49,4’ü, 50–249 çalışanı olan girişimlerin %58,9’u ve 250 ve daha fazla çalışanı olan girişimlerin %69,7’si yenilik faaliyetinde bulunmuştur.
 

Yani işin özeti şu: Ar-Ge yapan firmalar büyümüş, büyüdükçe Ar-Ge çalışmaları şirket kültürü haline gelmiş. Her geçen gün de daha fazla Ar-Ge faaliyeti yapar olmuşlar. Daha fazla kaynak ayırmışlar.


Özgün tasarım yapmadan hayatta kalamayız, firmamızı büyütemeyiz. Rakamlar yukarıda. Rakamlar yalan söylemez. Lideri takip etmekten bıkmadık mı? Artık gerçekten özgün tasarım yapmaya başlamalıyız.